Cuma, Mayıs 22, 2009

KELİMELERLE HESAPLAŞMA ZAMANI

Her yıl, milyonlarca mezun veriyor okullarımız. Mezun, yani belli bir eğitimden geçmiş insan. Okullarımızın hal-i pür melalini anlatmaya ne hacet. Eline diplomasını alan seviniyor, ileride kendisini bekleyen tsunami dalgalarından daha beter engellerle karşılaşacağından habersizce…

Her yıl, merkezi yerleştirme sınavlarında on binlerce öğrenci sıfır çekiyor. Ne Milli Eğitim ne de başka bir kurum, tatmin edici bir açıklama getiremiyor buna. Ne acıdır ki, liselerde verilemeyen Türk Dili ve İnkılap Tarihi dersleri, üniversitelerin birinci sınıfında okutuluyor.

Her şey beyinde başlar. Düşüncede yani. Nasıl ki insan barınaklarda barınıyorsa, düşünceyi besleyen, onu şekillendiren de kelimelerdir. Koca bir ömür çalışıp didindikten sonra yerlerinden olan insanlar görmüşsünüzdür. Her şeylerini geride bırakıp mahzun ve meçhul bir hayatın kollarına bırakırlar kendilerini. Kelimeler de böyledir işte. Asırlarca kullandığımız kelimeleri “moderen(!)” kelimelerle takas eden mantık şimdi ne kadar cılız, ne kadar yalnız…

Bugün eğitim camiamızın düştüğü bataklığın faturası öğretmene kesilse de, asıl sorun kelimelerdedir. 30’lu yıllarda kullandığımız “muallim” ve “talebe” kelimelerini bir kenara atmışlar, bunların yerine “Öztürkçe” dedikleri bugün kullandığımız kelimeleri getirmişler.

Düşünce dünyamızı süsleyen sayılı isimlerden biri olan Cemil Meriç merhum, bu konuya da değinmeden geçememiş: “Ben, insan haysiyetine yakışmayan bu talebe hoca komedyasını asilleştirmek hayaline kapıldım. Örneğim yoktu. İrfan, toprağı dişlerimle ve tırnaklarımla kazarak yedi kat yerin dibinden çıkmıştım. Hoca, öğretmen oldu;talebe öğrenci…Öğretmen ne demek?Ne soğuk, ne haysiyetsiz, ne çirkin kelime…Hoca öğretmez; yetiştirir, aydınlatır. Öğrenci ne demek? Talebe isteyendir; isteyen, arayan, susayan.”

“Öğretmen”in “hoca”ya tercih edilmesi, başın ayağa düşürülmesinin başlangıç noktasıdır. Bugün, eğitim camiamızda bir yara halini almış olan bu sorunu giderme gayretinde olanlar, acaba ne kadar bilincindedirler bu işin?..

Öğrenci bir arayış içinde değil. Susuz ama suyu aramıyor. Talebe değil çünkü, talepte bulunan değil; öğrenen, sadece öğrenen. Öğrenmek, onun için yeterli. Eskiden böyle miydi? Talebe kelimesinin beyinde uyandırdığı çağrışım, her şeye yetiyordu. Hayat Bilgisi dizisinin “Afet Öğretmeni”nin ağzından çıkan ve zaten başlı başına bir afet olan şu “Hoca camide” sözü yok mu…

Muallim öğretmen olalı, kendisini yetiştirmez oldu farkındaysanız. Muallim ağırbaşlı, vakarlı, gayet ciddi, daima yeni ufuklarda gezinen, asla ve asla eski bilgilerle, kırıntılarla beslenmeyi gururuna yediremeyen… Alnı kırışıktır muallimin, beli büküktür. Meselenin ağırlığından olsa gerektir… İnsanlara bir şey öğretmek değildir onun işi. Bir milletin dünyaya hitap edebilmesi için, genç nesillerin olanla yetinmeyecek seviyede eğitilmesi, şüphe götürmez bir gerekliliktir. Bunun derdiyle yanıp tutuşur muallim. Ezberletmez, yönlendirir; bilgiyi tamamen vermez, ona ulaşma yollarını gösterir.

Öğretmen hafiftir oysa. Öğrencinin ondan beklentisi, sadece basmakalıp bilgilerdir. Torbaya karpuz doldurur gibi öğrencinin beynine bilgileri doldurmak… İşte hepsi bu. Suçlu o değil ama. Suç kelimelerde, kelimenin genleriyle oynayanlarda. Sadeleştirme adı altında koca bir kültürel hazineyi yok edenlerde.

Nelere kadirmiş meğer kelimeler... Vaktiyle Konfüçyüs demiş:“Devlet başkanı olursam, yapacağım ilk iş, dili düzene koymak olurdu.” İlk zamanlar buna pek anlam verememiştim doğrusu. Şimdi çok daha iyi anlıyorum.

Avrupa’da, Amerika’da dile dokunulmuş mudur!..Onlar, dile herhangi bir müdahalede bulunmamışlar. Yaptıkları tek şey, yabancı kelimelere yeni karşılıklar bulmak olmuş. ABD ilk atom bombası denemesini yaptığı sıralarda, Fransız Dil Akademisi gece yarısı toplanmış ve bu teknolojinin Fransız dili üzerindeki etkileri üzerinde tartışmıştır. Bizse tam tersini yapmışız ve şimdi kara kara düşünüyoruz… Eee, buna da şükür, düşünüyoruz sonuçta. Ya o da olmasaydı!...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder