Pazar, Ekim 11, 2009

problemlere odaklanmak ile çözümlere odaklanmak arasındaki fark‏ (:


Durum 1: NASA uzaya astronot gönderdiğinde tükenmez kalemlerin yer çekimi olmayan ortamda çalışmadığını fark etti (yerçekimi olmadığı için mürekkep kağıdın üzerine akmıyordu).
Çözüm 1: Bu problemin çözümü NASA'ya ilave 12 milyon dolara mal oldu. Öyle bir tükenmez kalem ürettiler ki bu kalem yerçekimsiz ortamda, yukarı yönde, suyun altında ve sıfırın altında 300 C 'ye kadar olan sıcaklıklarda yazı yazmaya olanak sağlıyordu.
Çözüm 2:
Peki Ruslar ne yaptı...?? Kurşun kalem kullandılar. )


Durum 2:Japon yönetim sistemindeki en hatırda kalır çalışmalardan bir tanesi Japonya'daki en büyük kozmetik firmalarından birinde yaşanan boş sabun kutusu problemidir. Müşterilerden birisi firmaya, aldığı sabun kutusunun boş olduğu konusunda şikayette bulunmuştur. Yetkililer hemen, üretilip paketlenen sabun kutularını sevkiyat birimine gönderen hattı izole ettiler. Bu sırada bir şekilde bir sabun kutusunun hattan içi boş şekilde geçtiği tespit edildi. Yönetim, mühendislerine problemi çözmesi için talimat verdi..

Çözüm 1: Mühendisler iki kişi tarafından kullanılan yüksek çözünürlükte bir X-ışını cihazı tasarlamak için ciddi uğraş verdiler. Bu sayede hattan geçen bütün sabun kutuları izlenebilecek ve boş olmadıklarından emin olunacaktı.

Çözüm 2: Küçük bir şirketteki sıradan bir isçi aynı problemle karşılaştığında, X-ışını vb karmaşık şeylerle uğraşmadı, onun yerine farklı bir yol buldu. Güçlü endüstriyel bir elektrikli vantilatör alarak hatta doğru yöneltti. Vantilatörü açtığı anda dolu olan kutular hattan geçerken boş olanlar hattın dışına doğru savruldu.
 


Buradan çıkarılacak dersler


- Her zaman basit çözümler arayın
- Problemleri çözmek için mümkün olan en basit çözümü tasarlayın
- Her zaman çözüme odaklanın.

Salı, Ekim 06, 2009

Mutluluğa dair..,

    İnsanlar, gerçekten farklı farklı. Görünüşleri olduğu kadar, karakterleri de aynı değil. Hepsinin olaylara bakış açısı farklıdır. Kibirlisi var, mütevazısı var. Tutumsuzu var, cimrisi var. Mutlusu var, mutsuzu var. Mutlu ve mutsuz insanlardan bahsetmek istiyorum. Mutluluk sadece kediliğinden başınıza gelen iyi bir olayla elde edilmez. Mutluluğu aynı zamanda kendiniz de yaratırsanız. Kimi insanlar vardır; en kötü günlerinde bile gülümserler. Kendi sorunlarıyla başkalarını üzmemek için, o sevimli gülümsemelerini en mutsuz anlarında bile yüzlerine yerleştirirler. Mutlu olduklarında mutluluklarını herkesle paylaşırlar. Gülücükleri ile çevresindeki insanları da güldürürler. Ufak tefek problemlerle karşılaşınca suratlarını asmazlar. Sevinçlerini daha da genişletmek için ellerinden geleni yaparlar. Öyle insanlar vardır ki, yüzlerinden düşen bin parça olur. Kendileri mutsuz oldukları gibi, etrafındakileri de üzerler. Güzel bir olay olunca, sevinmek yerine "Niye daha güzel olmadı?" diye sinirlenirler. Kötü bir olay olduğunda "Daha da kötüsü olabilirdi." demek yerine "Bütün kötü, çirkin olaylar beni bulur." diye yakınırlar. Anlamıyorum. Mutlu olmak onların da ellerinde olduğu halde niye bile bile kendi dünyalarını karartıyorlar? Niçin bir damla göz yaşını bir tutam tebessüme tercih ediyorlar? Böyle mutsuz olmak onlara ne kazandırıyor? Kazandırdığı bir şey yok ama kaybettirdiği bir çok şey var. Mutsuz olunca işlerinde başarılı olamazlar. Çevrelerindeki insanları üzerler. Sorunlarına ortak olmak isteyenleri tersler ve dostlarını kaybederler. Çevrelerindeki insanlar yavaş yavaş çekilirler. Bir de bakarlar ki yapayalnız kalmışlar. Başka kimsenin olmadığı bir dünyada, yalnızlığın da verdiği acıyla daha da mutsuz olurlar. Gülmek nedir unutmuşlardır artık. Size sesleniyorum, dünyalarını iğrençleştiren mutsuz insanlar! Dünyanızı yeniden kurmaya ne dersiniz? Bırakın siyah boyaları artık. Ellerinizdeki fırçaları pembe boyalara daldırın. Dünyanızı yeniden boyayın. Siyahın üstüne pembeyi işleyin, kalbinizle umutlarınızla, gülücüklerinizle, sevincinizle! Bir mücadeleye başlayın. Mutlu olma mücadelesi... Bağlandığınız zincirleri kırın. Açın dünyanızın kapılarını mutluluğa, ışık sokun kalbinize. Ümitsizlik ve mutsuzluk içinde karanlığa gömülmeyin. Ben her şeye rağmen diyorum ki küçük şeylerle mutlu olmasını bilmek gerek. Aksi takdirde hayat çekilmez olur.

Neden Esniyoruz ?



Sadece uykusu olduğu veya aşırı yorulduğu için esnemiyor insan. İnsanlarda esnemenin anne karnında 11. haftada başladığını ifade eden uzmanlara göre esnemenin nedeni kandaki oksijen oranıyla ilgili:

Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Murat Aksu, esnemenin kandaki oksijen oranının düşmesi sonucu ortaya çıktığını söyledi.

Aksu, yaptığı açıklamada, esnemenin yalnızca insanlara özgü olmadığını, kuşlar ve memeliler ile bazı sürüngenlerin de esneyebildiğini belirtti.
İnsanlarda esnemenin anne karnında 11. haftada başladığını ifade
eden Aksu, şu bilgileri verdi: ''Vücudun oksijen gereksinimi koşullara bağlı olarak gün içinde
değişir. Oksijene özellikle beyin, kalp kası ve çizgili kaslar ihtiyaç
duyar. Kandaki oksjien oranının düşmesi sonucu da esneme ortaya çıkar.
Başka bir deyişle organizmanın artan oksijen ihtiyacı esneme ile
karşılanır. Direk olarak uyku ile ilişkisi vardır, ancak uykuyu
bastırmak ve beyni uyanık tutmak için ortaya çıkan fizyolojik bir
olaydır.''

Doç. Dr. Aksu, beyinde esnemeyi düzenleyen merkezin hipotalamusta
yer aldığını belirterek, hipotalamusun duyguların dışa vurumunda
önemli bir merkez olduğunu bildirdi.

Bunun esnemenin duygularla olan ilişkisini de açıkladığını ifade
eden Aksu, can sıkıntısında, durağan durumlarda hipotalamusa ulaşan
bilgilerin esnemeyi sağladığını anlattı.

Aksu, esneme sırasında çizgili kasların, yüz kaslarının, diyaframın ve kaburgalar arasındaki kasların gerildiğini, bunda istemli hareket merkezinin rol oynadığını belirtti.
Organizmanın oksijen ihtiyacı karşılamak için esnemenin
bastırılmaması gerektiğini dile getiren Aksu, esnemenin sosyal
nedenlerle kabul edilebilir düzeylerde bastırılmasının sakıncasının
olmadığını ifade etti.
 

Sokrates'in Üçlü Filtresi...


Eski Yunanda, Sokrat, bilgiyi saklaması sebebiyle saygıdeğer bir ün yapmıştı. Bir gün bir tanıdık, büyük filozofa rastladı ve dedi ki:
-Arkadaşınla ilgili ne duyduğumu biliyor musun?
-Bir dakika bekle diye cevap verdi Sokrat…
-Bana bir şey söylemeden evvel senin küçük bir testten geçmeni istiyorum. Buna “Üçlü Filtre Testi” deniyor.
-Üçlü Filtre ? dedi adam.
-Doğru diye devam etti Sokrat. Benim arkadaşım hakkında konuşmaya başlamadan önce, bir süre durup ne söyleyeceğini filtre, iyi bir fikir olabilir. Bu ona 3 Filtre dememin sebebi…
         -Birinci Filtre “Gerçek Filtresi”.. Bana birazdan söyleyeceğin şeyin tam anlamıyla gerçek olduğundan emin misin?
         -“Hayır” dedi adam. Aslında bunu sadece duydum ve…
         -“Tamam” dedi Sokrat. Öyleyse sen bunun gerçekten doğru olup olmadığını bilmiyorsun.
Şimdi ikinci filtreyi deneyelim. “İyilik Filtresi”ni… Arkadaşım hakkında bana söylemek üzere olduğun şey iyi bir şey mi?
-“Hayır, tam tersi” dedi adam.
-“Öyleyse” diye devam etti Sokrat. Onun hakkında bana kötü bir şey söylemek istiyorsun ve bunu doğru olduğundan emin değilsin. Fakat yine de testi geçebilirsin, çünkü geriye bir filtre daha kaldı: “İşe Yararlılık Filtresi”.. Bana arkadaşım hakkında söyleyeceğin şey benim işime yarar mı?
-“Hayır, gerçekten değil” dedi adam.
-“İyi” diye tamamladı Sokrat. Eğer bana söyleyeceğim şey doğru değilse, iyi değilse ve işe yarar değilse bana niye söyleyesin ki?...

Eğer


Eğer, bütün etrafındakiler panik içine düştüğü
ve bunun sebebini senden bildikleri zaman
sen başını dik tutabilir ve sağduyunu kaybetmezsen;
Eğer sana kimse güvenmezken sen kendine güvenir
ve onların güvenmemesini de haklı görebilirsen;
Eğer beklemesini bilir ve beklemekten de yorulmazsan
veya hakkında yalan söylenir de sen yalanla iş görmezsen,
ya da senden nefret edilir de kendini nefrete kaptırmazsan,
bütün bunlarla beraber ne çok iyi ne de çok akıllı görünmezsen;
Eğer hayal edebilir de hayallerine esir olmazsan,
Eğer düşünebilip de düşüncelerini amaç edinebilirsen,
Eğer zafer ve yenilgi ile karşılaşır
ve bu iki hokkabaza aynı şekilde davranabilirsen;
Eğer ağzından çıkan bir gerçeğin bazı alçaklar tarafından
ahmaklara tuzak kurmak için eğilip bükülmesine katlanabilirsen,
ya da ömrünü verdiğin şeylerin bir gün başına yıkıldığını görür
ve eğilip yıpranmış aletlerle onları yeniden yapabilirsen;
Eğer bütün kazancını bir yığın yapabilir
ve yazı-tura oyununda hepsini tehlikeye atabilirsen;
ve kaybedip yeniden başlayabilir
ve kaybın hakkında bir kerecik olsun bir şey söylemezsen;
Eğer kalp, sinir ve kasların eskidikten çok sonra bile
işine yaramaya zorlayabilirsen
ve kendinde 'dayan' diyen bir iradeden
başka bir güç kalmadığı zaman dayanabilirsen;
Eğer kalabalıklarda konuşup onurunu koruyabilirsen,
ya da krallarla gezip karakterini kaybetmezsen;
Eğer ne düşmanların ne de sevgili dostların seni incitmezse;
Eğer aşırıya kaçmadan tüm insanları sevebilirsen;
Eğer bir daha dönmeyecek olan dakikayı,
altmış saniyede koşarak doldurabilirsen;
Yeryüzü ve üstündekiler senindir
Ve dahası
sen bir İNSAN olursun

Uçurum


Gece yarısıydı. Arabadaydım. Radyo Maydonoz'da Selim gazete köşelerinden internete yayılmış bir öykü­yü anlatıyordu. Kulak kesildim:


"Bir sonbahar günü Londra'daki doktor muayenehanesinin bekleme odasında otu­ran adam, yaprakların dökülmesini hüzün­lü bir gülümsemeyle seyrediyordu. Biraz sonra muayene odasında doktor, teşhisi açıkladı kendisine:


'- Bay Winkelman, beyninizde bir ur var. Hemen ameliyat olmalısınız.'

Yüz hatları gerildi Winkelman'ın:

'- İngiltere'de bu ameliyatı yapabi­lecek doktor var mı' diye sordu.

'- Amerika'da yaşadığınıza göre orada olmanızı öneririm' dedi doktor; 'Zaten sizi ameliyat edebilecek tek operatör olan Charles Wronkow da orada yaşıyor.


Winkelman teşekkür edip ayrıldı. Ote­le giderken derin derin düşünüyor ve yere dökülen yaprakları ayaklarıyla yavaşça iti­yordu.

Birkaç gün sonra gazeteler tanınmış Amerikalı operatör Charles Wronkow'un İngiltere'de tatilini geçirirken intihar ettiği haberini verdiler.

Polis, böyle tanınmış bir doktorun ne­den Wilkelman adı altında, Londra'nın yoksul bir mahallesindeki otelde kaldığını merak ediyordu."

* * *


Bu öyküyü dinlediğim gecenin sabahın­da gazeteler Reve Favaloro'nun intihar haberini duyurmuşlardı.


Favaloro, 1967'de bulduğu by-pass yöntemiyle kalp ameliyatlarında bir çığır açan ve milyonlarca hastayı kurtaran Ar­jantinli cerrahtı. Buenos Aires'teki muhte­şem villasında kalbine sıktığı tek kurşunla son vermişti hayatına...


Milyonların kalbine giden kanalları açan bir insanın, kendi yüreğindeki tıkanmaya deva bulamaması ve sonunda onu kurşun­layarak susturması ne trajik bir final!..


Bütün bir salonu gülmekten kırıp geçir­dikten sonra çekildiği makyaj odasında ses­sizce ağlayan bir palyaço gibi... Çevremize yaydığımız ışıktan biz nasiplenemeyiz çoğu zaman... insanın sözü geçmez, gücü yetmez ba­zen kendine...


En güzel aşk filmlerinde oynayan kadın, alabildiğine mutsuzdur bakarsanız...


Diline doladığı herkesin iç dünyasını ka­lemiyle didikleyen yazar, kendi içindeki keş­mekeşi tariften acizdir.


Cemaate iman telkin ederken içten içe Tanrı'yı sorgulamaya başlamış bir din ada­mı kadar çaresiz, kıvranır insan...


Yalnızlık korkusunu bastırmak için ömrü boyunca sayısız kadına tutulmuş bir Kazanova'nın sonunda anavatanı yalnızlığa dönmesi,


...ya da cehennemi bir cephede gün bo­yu askerlerine cesaret aşılayan kumandanın gece karargahta korkudan titremesi gibi,


...en yakından tanıdığı zaafı, en güven­diği yanına yakıştıramaz insan:


...ve kendini en bildiği yerinden vurur: Kalpse kalp; beyinse beyin...


...bir kurşunla durur.

* * *

Çünkü en beteridir kendisiyle savaşan­ların, kendine yenilmesi...


İnanmadan din adamı olarak kalamaz­sınız; sevmeden aşık rolü oynayamaz, cesa­retsiz savaşamazsınız; beyninizde bir urla beyinlere deva, kalbinizde kanayan bir ya­rayla kalplere şifa taşıyamazsınız.


Bu kuşatmayı yarmak için o "zaaf"ları­nızı yok etmek zorundasınızdır; çoğu kez kendinizden vazgeçmek pahasına...


insan, kendine rağmen gider o zaman...gençliğinde nice cana kıydığı kılıcının üzerine karnıyla yatıveren yaşlı bir Samuray savaşçısı ya da intihar için artık hükmedemediği tanıdık bir mikrofonu seçen Zeki Müren gibi, ölümü beklemeden onun kol­larına koşar.


Bazen uluorta, bazen yapayalnız,


...uçsuz bucaksız bir boşluğa akar...


Malum; "uzun süre uçuruma bakar­san, uçurum da senin içine bakar."



Başarının sırrı...


Günlerden birgün kurbağaların yarışı varmış.Hedef, çok yüksek bir kulenin tepesine çıkmakmış.Bir sürü kurbağa, arkadaşlarını seyretmek için toplanmış.Ve yarış başlamış. Gerçekte seyirciler arasından birçok kişi yarışmacıların kulenin tepesine çıkabileceğine inanmıyormuş.Sadece şu sesler duyuluyormuş: ''Zavallılar! Hiçbir zaman başaramayacaklar!'' Yarışmaya başlayan kurbağalar kulenin tepesine ulaşamayınca teker teker yarışı bırakmaya başlamışlar.İçlerinden sadece biri inatla ve yılmadan kuleye tırmanmaya çalışıyormuş. Seyirciler bağırıyorlarmış: ''Zavallılar Hiçbir zaman başaramayacaklar!'' Sonunda bir tanesi hariç, diğer kurbağaların hepsinin ümitleri kırılmış ve yarışı bırakmışlar. Ama kalan son kurbağa büyük bir gayretle mücadele ederek kulenin tepesine çıkmayı başarmış. Diğerleri hayret içinde bu işi nasıl başardığını öğrenmek istemişler. 

Bir kurbağa ona yaklaşmış ve sormuş: ''İmkânsızı nasıl başardın?'' 

O anda farkına varmışlar ki, kuleye çıkan kurbağa sağırmış! 

OLUMSUZ DÜŞÜNEN İNSANLARI DUYMAYIN! ONLAR KALBİNİZDEKİ ÜMİTLERİ ÇALARLAR!

Kusurlarımız


Hindistan'da bir sucu, boynuna astigi uzun bir sopanin uçlarina taktigi iki büyük kovayla su tasirmis. Kovalardan biri çatlakmis. Saglam olan kova her seferinde irmaktan patronun evine ulasan uzun yolu dolu olarak tamamlarken, çatlak kova içine konan suyun sadece yarisini eve ulastirabilirmis. Bu durum iki yil boyunca her gün böyle devam etmis. Sucu her seferinde patronunun evine sadece 1,5 kova su götürebilirmis.
Saglam kova basarisindan gurur duyarken,
zavalli çatlak kova görevinin sadece yarisini yerine getiriyor olmaktan dolayi
utanç duyuyormus. Iki yilin sonunda birgün çatlak kova irmagin kiyisinda sucuya
seslenmis.
"Kendimden utaniyorum ve senden özür dilemek istiyorum."
"Neden?..." diye sormus sucu. "Niye utanç duyuyorsun?..." Kova cevap vermis.
"Çünkü iki yildir çatlagimdan su sizdigi için tasima görevimin sadece yarisini
yerine getirebiliyorum. Benim kusurumdan dolayi sen bu kadar çalismana ragmen,
emeklerinin tam karsiligini alamiyorsun." Sucu söyle demis.
"Patronun evine dönerken yolun kenarindaki çiçekleri farketmeni istiyorum."
Gerçekten de tepeyi tirmanirken çatlak kova patikanin bir yanindaki yabani
çiçekleri isitan günesi görmüs. Fakat yolun sonunda yine suyunun yarisini
kaybettigi için kendini kötü hissetmis ve yine sucudan özür dilemis. Sucu kovaya
sormus.
"Yolun sadece senin tarafinda çiçekler oldugunu ve diger kovanin tarafinda hiç
çiçek olmadigini farkettin mi?... Bunun sebebi benim senin kusurunu bilmem ve
ondan yararlanmamdir. Yolun senin tarafina çiçek tohumlari ektim ve hergün biz
irmaktan dönerken sen onlari suladin. Iki yildir ben bu güzel çiçekleri toplayip
onlarla patronumun sofrasini süsleyebildim. Sen böyle olmasaydin, o evinde bu
güzellikleri yasayamayacakti."

Hepimizin kendimize özgü kusurlari vardir. Hepimiz aslinda çatlak kovalariz.
Tanri'nin büyük planinda hiçbir sey ziyan edilmez. Kusurlarinizdan korkmayin.
Onlari sahiplenin.. Kusurlarinizda gerçek gücünüzü buldugunuzu bilirseniz eger,
siz de güzelliklere sebep olabilirsiniz.

Arkadaş...


Kötü karakterli bir genç varmış.
Bir gün babası ona çivilerle dolu bir torba vermiş.
" Arkadaşların ile tartışıp kavga ettiğin zaman her sefer
bu tahtaperdeye bir çivi çak" demiş. Genç, birinci (ilk) günde
tahtaperdeye 37 çivi çakmış. sonraki haftalarda kendi Kendine
kontrol etmeye çalışmış ve geçen her gün daha az çivi çakmış

Nihayet bir gün gelmiş ki hiç çivi çakmamış. Babasına gidip söylemiş.
Babası Onu yeniden tahtaperdenin önüne götürmüş. 


Gence "bugünden başlayarak Tartışmayıp kavga etmediğin her gün için
tahtaperdelerden bir çivi çıkar (sök)" demiş. Günler geçmis.
Bir gün gelmiş ki her çivi çıkarılmış. Babası ona "aferin iyi davrandın
ama bu tahtaperdeye dikkatli bak. çok delik var. Artık geçmişteki gibi
güzel olmayacak" demiş. Arkadaşlarla tartışıp kavga edildiği zaman kötü
kelimeler söylenilir. Her kötü kelime bir yara (delik) bırakır.
Arkadaşına bin defa kendisini affettigini söyleyebilirsin ama bu delik
aynen kalacak(kapanmayacak). 

Bir arkadaş ender bir mücehver gibidir.
Seni güldürür yüreklendiren ihtiyaç duyduğunda yardımcı olur
seni dinler sana yüreğini açar" demis