Perşembe, Aralık 09, 2010

Kısa saçlı kızlar - ekşisözlük/hanrygale


  24. üzerinde alanya belediyesi yazan bir bankta oturuyorum. hafif yağmur yağıyor, 2003'e girmemize iki hafta kadar bir süre kalmış. kayalıklardan seken dalga suları ayaklarıma kadar ulaşıyor. dersaneden son iki saati büküp kaçmışım. zaten üniversite okumaya niyetim yok, istemiyorum. babama da defalarca söylememe rağmen onun rütbe üstünlüğüne lafım geçmiyor. oysa biz her şeyi düşünmüştük, okul bitince hilmi'yle turistlere yönelik hediyelik eşya dükkanı açıp, gittikçe işi büyütecektik. oradan otel, oradan da tatil köyüne kadar varacaktık. dükkanı bile bulmuşuz, sahibiyle konuşmuşuz ama babamdan açma ruhsatı alamıyoruz. geleceğime yön veremiyorum ama ne olduğunu bilmediğim geleceğim beni kafasına göre yönlendiriyor.

      saate bakıyorum, nerede kaldı lan bu diyorum. derse girmeyeceğini söylemişti kaçamadı mı acaba diyorum. cebimden 5110'u çıkarıp mesaj atıyorum, dersteyim diyor. hırslı birisi herhalde diyorum dersanenin sınavlarında adını hep ilk sıralarda görmemi de referans alarak. kesin tıp kazanır, doktor olur kendisi gibi doktor birini bulur yaşlanır gider diyorum içimden. ''sen ne sikimsin olum peki? sen ne sike derman olursun, denemelere bile girmiyorsun girdiğin denemelerde de adına kara murat, malkoç oğlu yazıp geyik yapmaktan başka bi sonuç alamıyorsun'' diye geçiriyorum aklımdan. içimde zerre hayat hırsı yok. cebimdeki paranın değeri o geceki içki masrafımı karşılama derecesi kadar önemli. ne kariyer hedefim var ne hayat hırsım. tek isteğim kendi dükkanımı açıp, aile mesleği esnaflığa devam etmek. zaten okumak istemiyorum, nasılsa babamı ikna ederim diyorum ama her seferinde ''boşuna mı okuttuk seni özel okulda'' diyor. ''ben mi istedim erkek lisesinde yatılı okumayı, siz gönderdiniz'' diyorum. sonuç, genelde benim nankör olduğuma çıkıyor.

      yağmur şiddetini arttırıyor. kalkamıyorum banktan. etrafta kimseler yok. yaz aylarında her metresinde bir insanın olduğu şehirde kışları hayvanlar gezinir. insan iklimi; yaz aylarında kalabalık ve boğuk, kış aylarında seyrek ve rahattır. kayalıklardan seken dalgalar yüzüme kadar ulaştı. hala ortalarda yok. 5110'a davranıyorum yine. çıktım geliyorum cevabı geliyor. ''ulan ya olmazsa dükkan işi, o zaman nasıl bakarsın lan pederin yüzüne, zamanında ben sana oku dediğimde esnaf olacam demiştin al sana esnaflık derse'' diye geçiriyorum aklımdan. ''bak 5110'un öteki ucundaki insan, her denemede efsane puan alıyor. garanti kazanır iyi bir yerler. kazanıp gidince sen ne bok yiycen olum alanya'da'' diye düşünüp moralimi bozuyorum. sigara yakacam ama yağmur izin vermiyor. o da sigara içmemden hoşlanmıyor. yağmuru seviyorum onunla aynı fikirde olduğu için.

      uzaktan, şemsiyesinin altında tanrının boş zamanına denk geldiği her halinden belli olan bir kız geliyor. kısacık saçlarının dağınık güzelliği aklımı alıyor her görüşümde. vücudumda neredeyse kuru yer kalmamış. ayağa kalkınca kıyafetlerimden yere doğru akarsu kolları oluşuyor. ''neden girmedin yine derse kazanamayacaksın üniversiteyi, ayrı kalcaz bunu mu istiyorsun'' diyerek selamlıyor beni. ''ayrılmayız. ben bırakmam seni, ayrılırsak ıslanırım ben bak ıslanıyorum şu an ayrı olduğumuz için'' deyince şemsiyenin bir kısmını bana tahsis ediyor hemen. ıslak yüzümü montunun kollarıyla silerken yürüyoruz beraber sahilde. benim derslere girmedikçe azalan üniversiteyi kazanma ihtimalim ileride çok daha büyük sorunlara dönüşüyor ve kopuyoruz.

      şu anda beni bir masa ve bilgisayar ekranına mahkum eden üniversiteden, daha kapısını görmeden büyük bir kazık yiyorum. istemediğim gibi geçen her günümün bir gün hesap soracağını bilerek yaşamak, ara sıra içimi acıtıyor.

      şu an doktor olan eski sevgilim
      şu an esnaf olan eski bir arkadaşımla bu haftasonu evleniyor.



27.07.2010 17:08 

*Olacak ya sen yazdın ben okudum taki son iki cümleye gelene kadar! aynı haftasonu, aynı hikaye, farklı şehirler ve hayatlar...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder